Kur'ân Harfleri - قرآن حرفلرى

Click on the slide!

Sokullu Mehmed Paşa Camii

Mimar Sinan'ın İstanbul Kadırga'da Şehit Mehmet Paşa yokuşunda bulunan ve cami ile külliyeden oluşan bir eseri.

Devamı...
Click on the slide!

Risale-i Nur'u Osmanlıca okumanın lüzumu nedir?

Yazılar >> Risale-i Nur

Osmanlıca’dan maksad, Türkçe'nin kur'an harfleriyle yazıldığı bir alfabedir.

Devamı...
Click on the slide!

Kur’an harfleri meselesi niçin önemlidir?

Yazılar >> Risale-i Nur

Aslolan hakikate ulaşmaksa alfabe gibi araçların amaç olması hakikate ters değil midir?

Devamı...
Click on the slide!

Kur'an okumanın faziletine dair hadis-i şerifler

Yazılar >> Saadet Asrı

"Size iki şey bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız müddetce asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti" (Muvatta)

Devamı...
Frontpage Slideshow (version 2.0.0) - Copyright © 2006-2008 by JoomlaWorks

Kur’ân hattını muhâfaza hizmeti

e-Posta Yazdır PDF

Risâle-i Nûr hizmetinin ruhu ve esası Kur’ân’a hizmettir. Hazret-i Üstâd’ın bu çerçevede son derece önem verdiği maksadlarından biri de Kur’ân hattına hizmet etmek ve onu muhâfaza etmek idi. O şöyle diyordu:

“Risâle-i Nûr’un mühim bir vazîfesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyeyi muhâfaza etmektir”

Bedîüzzaman Hazretleri “Âhiret kardeşlerime mühim bir ihtâr!” başlıklı mektubunda nasıl Risâle-i Nûr talebesi olunabileceği hususunda şu sınırları çiziyordu: “Risâle-i Nûr’a intisâb eden zâtın en ehemmiyetli vazîfesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişârına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran Risâle-i Nûr talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında her yirmidört saatte benim lisânımla belki yüz def‘a, bazen daha ziyâde hayırlı duâlarımda ve ma‘nevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi duâ eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risâle-i Nûr talebelerinin duâlarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”

 

Üstâd Hazretleri tarafından yapılan “Nûr Talebesi” ta‘rîfindeki bu ayrıntıları, Hazret-i Ali Efendimiz’in de aynı paralelde farklı ifadelerle te’yîd ettiğini, 18. Lem’a’daki şu satırlarda görmekteyiz:

“Hazret-i İmâm-ı Ali (ra) hurûf-u ecnebîyi (latinceyi) İslâmlar içinde kabûl ettirmek hâdisesi ile ulemâ-yı sû’un bid‘alara yardımlarından teessüfle bahsedip, o iki hâdise ortasında irşâdkârâne bazılarından bahsediyor ki, o sekîne olan ism-i A‘zam ile ecnebî hurûfuna karşı mukābele ediyor ve hem ulemâ-yı sû’a karşı muhâlefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar, Risâle-i Nûr şâkirdleri ve nâşirleri oldukları şübhesizdir. Çünki onlardır ki, hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza ediyorlar ve bid‘akâr bir kısım ulemâlara karşı mukāvemet ediyorlar.”

Bir Nûr talebesi, bizzât Üstâdı tarafından beyân edilen ve Hatt-ı Kur’ân’ın tebdîline karşı, Kur’ân şâkirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’ânîyi muhâ¬fazaya çalışması” gerektiğine işaret eden bu emsâl ifadeleri, nazar-ı dikkat ve imtisâlinden uzak tutabilir mi?

Hazret-i Üstâd’ın hayatta olduğu sürece hiç aksamadan aynen devam etmiş olan yazı hizmetini ve hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza hedefini, onun vefatından sonra bir ayrıntı ve hususî bir kemâl gibi görmek; münferid, indî beyânlarla bu hizmeti bir kısım Nûr talebelerine mahsûs, güzel bir gayretkeşlik olarak göstermeye çalışmak, doğru bir değerlendirme olabilir mi?

Halbuki Üstâd, Risâle-i Nûr’ların ehl-i hakîkate bâkî bir rehber ve lâyemût bir mürşid olduğunu beyân ederken, talebelerine asıl mürâcaat kaynağı olarak Risâle-i Nûr’ları göstermekte, “Benimle hakîkat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risâleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur’ân olan üstâdıyla görüşür ve hakāik-i îmâniyeden zevkle bir ders alabilir” buyurmaktadır.

Öyleyse sıhhati münâkaşalı nakillerde mutlak referans, Üstâd’ın bizâtihî kendi ifadeleri olmalı, prensip i‘tibâriyle Risâle-i Nûr’larla tenâkuza düşmeyen ifadeler makbûlümüz olmalıdır. Kimsenin rivâyeti, asrın imamının kendi sözünden daha mu‘teber değildir.

Risâle-i Nûr gibi asrın hizmet programını muhtevî lâyemût bir eserde bahsi geçen herhangi bir mevzû‘, gerekçesi ne olursa olsun asılsız bir maslahata binâen söylenmiş kabûl edilirse, bu kabûlün Hazret-i Ali Efendimiz’e nisbet edilen takıyye isnâdından hiçbir farkı yoktur. Böyle kahramân-ı İslâm ve ehl-i îmânın rehberi olan bir zâtı, aslında kabûl etmediği beyânlarla muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Üstâd da teberrî eder.

Halbuki Bedîüzzaman Hazretleri hurûf-u Kur’âniye’yi muhâfaza hizmetini o kadar önemsiyordu ki, yazdığı mektubunda bile talebelerine:

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَٓائِلِ الَّت۪ى كَتَبْتُمْ وَ تَكْتُبُونَ

Yani “Risâle-i Nûr’dan yazdığınız ve yazmakta olduğunuz harflerin sayısınca Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!” diye selâm veriyor, bu vesîle ile dahi onları yazmaya teşvîk ediyordu.

İşârât-ı Kur’âniye bahsinde otuz üç âyetten biri olarak,

 

فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ

cümlesinin îmâsı ve remzi ile "O menba‘dan gelen nûra (Risâle-i Nûr’a) yüzünüz ile müteveccih olup mütâlaa ve istifâde ediniz. Ve ellerinizde kalemlerle neşredip halkları sukūt-u ahlâktan suûda ve terakkîye çıkmalarına çalışınız” ifadeleri, yazı hizmetinin hakîkatte ne olduğuna, nasıl anlaşılması lâzım geldiğine gaybî bir tasdîk sikkesidir.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

namaz.name