İslam dünyasında klasik bir söz vardır: “Kur’an-ı Kerim Mekke’de indi, Mısır’da okundu, fakat İstanbul’da yazıldı” diye… Bu Türklerin güzel yazma yeteneğini ve estetik anlayışını doğrulayan bir anlatımdır aslında.
Okuma ve yazmayı sağlayan harflerin bir araya gelişinden böylesine kapsamlı bir sanatın çıkışı, öncelikle Kur’an-ı Kerim’in en güzel şekliyle yazılı hale getirmek gayretinden doğar. Gerçekten yazının üstatları hep İstanbul’dan çıkar. Silsile ile bugüne ulaşan bu üstadlarımız hâlâ uluslararası yarışmalarda birincilikleri asla elden kaçırmaz. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra hat sanatı Osmanlı Devleti’nin idari ve kültürel merkezlerinde yaygınlaşmaya başlar. Hat sanatı Osmanlı zamanında İstanbul’da doruk noktasına ulaşır. Hattatlar direkt padişah emrinde kitaplar yazmakta ya da desteklenmektedir.
İlk hattat Sultan II. Bayezid Han
Dönemin padişahları da çok geçmeden bu sanattan etkilenmeye başlar. Osmanlı padişahlarının bir çoğu daha şehzadelikleri sırasında, bir kısmı da padişah olduktan sonra hat sanatına gönül verir. Hat sanatına ilgi duyan ilk padişah Sultan II. Bayezıd olarak bilinir. Onun hat sanatıyla alakadar olması şehzadeliği sırasında, vali olarak bulunduğu Amasya’da başlar. İleride Türk hat sanatının kurucusu Şeyh Hamdullah’a yakınlık kurarak ondan yazı meşkeder ve hocasının hokkasını tutacak kadar saygı ve hürmet gösterir. Sultan II. Bayezıd, padişah olduktan sonra Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a getirerek yazının merkezini adeta İstanbul’a taşır.
Edebiyata olan ilgisiyle tanınan ve şiirlerinde “Muradî” mahlasını kullanan Sultan III. Murad’ın bir diğer ilgi alanı ise hat sanatıdır. Hat sanatını Kastamonulu Şeyh Şucâ Halveti’den öğrenir ve ondan nesih ve ta’lik meşkeder. Sultan III. Murad’ın Ayasofya mihrabı üzerinde ve iki yanında asılı bulunduğu bildirilen 1574 tarihli levhaları bugün ne yazık ki yerinde değildir.
Hat sanatına olan ilgisiyle bilinen Sultan II. Mustafa ise önceleri 17. yüzyıl hattatlarından Hocazâde Mehmed Efendi’den, sonraları meşhur Hafız Osman’dan ders ve icazet alır. Ayasofya Cami’nde bulunan bir besmeleyi tek kalemde yazdığı rivâret edilir. Yazılarında “Derviş Mustafa Al-i Osman” şeklinde imzasına rastlanır.
Râkım’ın öğrencisi
Yazıya olan merakı şehzadeliği döneminde başlayan Sultan II. Mahmud, Saray-ı Hümayun hat hocalarından Keçecizâde Mehmed Vasfi Efendi’den sülüs ve nesih meşkeder ve şehzadeliğinin son yıllarına doğru bir hilye yazarak icazet alır. 1808’de padişah olduktan sonra da yazıyla meşgul olan sultan, Mustafa Râkım gibi bir hat dehasından celi-sülüs yazı meşkeder. Onun en nadide eserleri Topkapı Sarayı’nda olmakla beraber Süleymaniye Camii, Yeni Valide Camii, Bayezıd Camii, Ayasofya Cami’de de yazıları muhafaza edilir. Tahir Efendi’den yazı meşkeden Sultan Abdülmecid ise bugün elimizde yazıları ve levhaları en çok bulunan padişahtır.
Üstad Sultan III. Ahmed Han
Türk hat sanatında önemli bir yeri olan Sultan III. Ahmed de, şehzadeliği sırasında hat sanatına alâka duyar ve Hafız Osman’dan Aklâm-ı Sitte yazılarını meşkederek icâzet alır. Tâ’lik yazıyı ise hocası Şeyhülislam Veliyyüddin Efendi’den öğrenir. Padişahın yazılarına İstanbul’un hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Üsküdar’da annesi Gülnûş Valide Sultan adına inşa ettirdiği Yeni Valide Sultan Camii’nde altın yaldızla “Cennet anaların ayakları altındadır” ve “Hikmetin başı Allah korkusudur” hadis-i şeriflerini celî olarak yazıp, tezhiplerini Taşkondurmaz Mustafa Ağa’ya yaptırır. Üsküdar Ayazma Camii’nde küçük boy bir levhası ve yine Üsküdar iskele meydanında kendi adına yaptırdığı çeşmenin deniz tarafında celî sülüs hattın altında bulunan girift imzası dikkat çeker. Sultanahmed’te Ayasofya Cami’nin arkasındaki Üçüncü Ahmed Çeşmesi’nin yazılarını da yine kendisi yazar.
Tolga Uslubaş
Kaynak: kalemguzeli.net